O
günden sonra şehir dışına çıkmam gerektiği için bir kaç gün boyunca
görüşemedik. Zamanım ne kadar yoğun geçse de onca işin arasında yapacağımız
şeyler için plan kurabiliyordum. Ayrılmadan önce ona bir ev ödevi vermiştim,
geçirdiğimiz günle ilgili hissettiği her şeyi başından sonuna kadar en ince
ayrıntısına kadar yazıp bana göndermesini. Bir gün sonra da geri dönüşünü
yapmıştı. Yazdığı şeyler ona özel olduğu için izinsiz olarak burada yayımlamayı
uygun görmüyorum ama genel itibari ile özetlemek gerekirse, onu eve
yönlendirdiğim zamandan yanımdan ayrılana her saniye heyecandan kalbi duracak
gibiymiş. Yerim kalbini. Daha önce hiç hissetmediği şeyleri hissettirmişim,
verdiğim direktifler olsun canını yakmam olsun ona çok zevk vermiş. Keşke daha
önce beni tanısaymış, içindeki büyük bir boşluğu doldurmuşum. Daha önce tanısaydı
belki de böyle iyi gitmezdi her şey, neticede bugün dünden iyi yarından kötü
seviyedeyim.
Görüşeceğimiz
güne kadar ara ara konuştuk. Konuşmalarımız genelde onun hayatı üzerinden
ilerliyordu. Sınıf öğretmenliği okuyordu ve son sınıftaydı, dönemin sonunda
okulu bitecekti ve... Ve'sini zamanı geldiğinde konuşmaya karar verdik. Bir
taraftan da KPSS kursuna gidiyordu, onun yoğunluğunun da benimkinden aşağı
kalır yanı yoktu. Sürekli benimle konuşmak istiyordu. Olmazdı, hem çalışması
gerekiyordu, hem de sürekli konuşmak olmazdı. Azar azar tüketilmeliydi her şey.
Ne açlıktan ölecek kadar az, ne de patlayacak kadar çok yenmeliydi. Döneceğim
tarihten haberi yoktu ve döndüğüm günün sabahı akşam 18:00'de kapının önünde
olmasını söyledim. Biraz "alışveriş" yapmam için yeterli vaktim
vardı. Bir kişi üzerinde kullandığım alet edavatı başka birinde kullanmadığım için
(temizlenebilenler hariç) yeni şeyler almam gerekiyordu. Bir paket mandal,
farklı kalınlıkta iki adet tahta sopa (biri çubuk sayılır), bir paket kokulu
küçük mum, 10 mm halat, bulaşık eldiveni, lastik ve sargı bezi. Bunların
hepsini ilk seferde kullanmayacaktım elbette, bir köşede durması iyi olurdu
sadece. İnternet üzerinden de siyah renkte farklı model 2 adet jartiyer takımı
sipariş ettim. Bir kısım temizlenebilen materyaller zaten evde vardı. Gelmeden
önce salonun çeşitli yerlerine kokulu küçük mumlardan koydum, bir kaç tanesi
açıktaydı bir kaç tanesi belli açıdan
bakmadıkça görülemeyecek yerdelerdi. Sopaları ve mandal paketini elimin altında
bir yere koymuştum, diğer aldıklarım odamdaydı ve zamanı gelince kullanılacaktı.
5
dakika kadar geç gelmişti. Tolere edilebilir bir sayıydı 5 dakika, uzak yerden
geliyordu. İçeri girdi, salona geçtik. Geç kalmayayım diye koştururken çok
susamış, gidip içebileceğini söyledim. Parfümü güzeldi ama fazla sıkmıştı, bir
daha bu kadar sıkmaması için uyardım. Karşımda ayakta dikilince koltuğa
oturmasını söyledim. Biraz sohbet ettik, dolaptan içecek bir şeyler getirmesini
söyledim, getirdi içtik. Oyuna başlama zamanı gelmişti. Salonun farklı
yerlerinde mumlar olduğunu, bu mumları yakmasını, bazı mumları aramadan
bulamayacağını ve bulamadığı her mumum vücuduna takılacak bir mandala karşılık
geleceğini söyledim. Nasıl olsa hepsini bulamayacaktı. Çakmak sehpanın
üzerindeydi ve alıp sehpanın üzerindeki mumu yaktı. Çekyatın sağ kolu üzerindeki
mumu da yaktı. TV ünitesinin önündeki mumu yaktı. Yemek masasının üzerindeki
iki mumu yaktı. Kitaplığın önündeki mumu yaktı, en üst raftaki kitapların
üzerine, köşeye iliştirdiğim mumu bulduğunda kitapların önüne koyup öyle
yakmasını söyledim. Salonun köşesinde, çekyatın yan tarafında yere koyduğum
mumu buldu, onu yakıp sehpanın üzerine koymasını söyledim. Çekyatın altına
baktı, orda bulduğu mumu da yakıp çekyatın sol kolu üzerine koymasını söyledim.
Perdeyi çekip pencere pervazlarına baktı, diğer koltukların altına baktı,
salonu iyice kolaçan etti ama başka bulamadı. "Bu kadar mıydı
efendim?" dedi. Tebessüm ettim. "TV ünitesini aç, radyonun arkasına
bak" dedim. Radyonun arkasındakini buldu, karşımda dudağını ısırarak
duruyordu. Yak ve TV'nin önüne koy dedim. Yaptı. İsmini söylediğim kitabın
arkasına baktı, yanındaki kitabı çekerek onu da aldı. Parmağımla duvarın dibini
işaret ettim ve yakarak oraya koydu. Bir şey söylemedim. "Bu kadar mıydı
efendim" dedi. Sağ ve sol cebimden birer mum çıkardım. Bu adil değildi.
Olsun, hayat adil değildi zaten. 4 mumu bulamadı; 4 mandal demekti bu. Onları
da yakıp diğer duvar diplerine koymasını istedim. Yaptı. Bakışlarımla ampulü
işaret ettim, kapattı. Mumların verdiği loş bir ışık vardı sadece içeride.
Üstündekileri
çıkarmasını istedim, yaptı. Cinsel isteği artarsa alacağı haz da artacaktı,
ayağa kalktım, karşısına geçtim ve üzerimdekileri tenime dokunmadan çıkarmasını
söyledim. Derin bir nefes aldı ve gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı. Kol
düğmelerini çözmek için kolumdan tutup kaldırmaya çalıştı; bak hele sen şu
terbiyesizin yaptığına. Oyunu devam ettirmek gerekirdi, havada olan elimle
bileğini sıkıca kavrayıp hafifçe bükünce canı acıdı, durumu farketti ve "çok
özür dilerim efendim" deyip diz çökerek kol düğmelerimi çözmesi gerektiğini
idrak etti. Kolumu kaldırması kızacağım bir şey değildi ama oyunun kuralı
böyleydi. Gerçekten kızıp kızmadığımı da test edecek tecrübede değildi. Gömleğimi
kenarlarından tutarak çıkardı. Avuçlarını göğsüme birleştirip iki yana açarak
gömleğimi çıkarması o an daha güzel olacaktı belki ama birincisi daha o kadar
sevgili olmamıştık, ikincisi tene dokunmama kuralını koymuştum bir kere.
Kemerimi çözdü. Pantolonumun düğmeslerini zor da olsa açtı. İki yanından tutup
aşağı indirdi yavaşça. Sırayla ayaklarımı kaldırdım ve çıkardı pantolonu. Sonra
parmak uçlarından çekerek çoraplarımı çıkardı. Sıra boxerıma geldiğinde çıkarıp
çıkarmaması gerektiği konusunda tereddüt etmiş olacak, bir kaç saniye ebleh
ebleh baktı bana. "Eee daha daha?" deyince onu da çıkardı, -kendince-
çaktırmadan göz ucuyla baktı malum yere. Yere oturup, dizlerini kırarak
bacaklarını açmasını söyledim. Sonra bende bacaklarım açık vaziyette koltuğa
oturdum. Önce ben koltuğa otursaydım "acaba bana ne yapacak?" diye
düşünmezdi otururken. Bir sigara yaktım ve sigaram bitene kadar bana bakarak
mastürbasyon yapmasını söyledim. Orta parmağını bacak arasına götürerek başladı
işe, ben de mum ışığı altındaki bu görüntü ve çıkardığı seslerden aldığım zevki
sigaramın zevkine katarak onu izledim. Sigaram dibini bulunca söndürdüm, bu
kadar cinsel istek yeterliydi, oyun buraya kadardı.
Ayağa
kalktım ve memelerinin ucundan tutarak yavaşça ayağa kaldırdım. İç çekişini
duymak güzeldi. Ters şekilde çekyata yatırdım, sırtı oturma yerinde, bacakları
sırt yaslama yerine bitişik ve ayakları havada. Mandal paketini açıp 4 tane mandal
çıkardım ve 3 tanesini karnının üzerine bıraktım. Elimdeki mandalı cinsel
isteğiyle iyice dikleşmiş olan meme ucunun üzerine getirdim, mandala bastırdım
ve mandal ikiye ayrıldı, meme ucu mandalın iki ucunun arasına denk gelince
yavaşça mandalı bıraktım, mandal kapandıkça "ah" sesi ile birlikte meme
ucu, mandalın uçları arasında hafifçe ezildi. Karnının üzerinden bir mandal
daha alıp karnından memesine doğru yavaşça sürükleyerek diğer meme ucuna
taktım. İki tane kalmıştı. Henüz acı eşiği konusunda fazla bir fikrim yoktu,
aksi halde meme uçlarındaki mandallara çapraz olarak ekleyebilir, yaşayacağı
acıyı artırabilirdim. Dudaklarını birleştirip öne çıkarmasını söyledim, dudaklarına
iki yerden mandalları taktım ve eğer bu mandallar düşerse ağzından çıkmış tek
sözcük "kelebek(safe word)" olacak diye de ekledim. Sopayı alıp
çekyatın arkasına geçtim ve ayaklarına bir süre sürterek ilk vuruşu
gerçekleştirdim. Bu sefer sert tondan girmiştim. Bir tane daha vurdum.
Kenetlenmiş dudakları arasından çıkan "mmmmm" sesleri eşliğinde
vurmaya devam ettim. Daha önce kimsenin dudaklarını mandallamadığım için ne
kadar acıyacağını bilmiyordum ama meme uçlarında zamanla artacak acıyı
biliyordum. Ayaklarının altı henüz belirgin kızarmamıştı ve vurmaya devam
ediyordum. Bazen sanki bacağını çekecek gibi oluyordu ama hemen düzeltiyordu
sonra. Tabanlarındaki kızarıklık belirginleşmeye başlamıştı artık. Arka planı
tamamladıktan sonra detay için ince fırçayı alan ressam gibi kalıp sopayı
bırakıp çubuktan hallice olanı aldım. Kızarmış olan ayak tabanlarına ince
şekiller verecektim. İşte bu zevkli bir iş olacaktı. Falakanın sanatsal bir
yönü her zaman vardı. Farklı pozisyonlarda farklı numaralı sopalarla farklı
tatlar alınabilirdi. Fonda güzel bir müzik iyi giderdi ama bunu en başından
yapmış olmak gerekirdi, şimdi elimdeki işi bırakıp ona zaman harcamak olmazdı.
İnce çubukla orta şiddetle vurarak başladım. Bunun acısı daha farklıydı, daha
etkili ama daha tatlıydı. Ben vurdukça aldığı zevki, boşlukta kalan kafasını
geriye doğru vererek mandallı dudağından çıkardığı seslerden anlıyordum. Ara
sıra eli ile memelerini avuçluyordu, bunu zevkten mi yapıyordu yahut
memelerindeki mandalların acısından mı bilemedim. Memelerindeki mandalların
acısı zamanla artıp bir seviyeye geldikten sonra alışacaktı artık o acıya. Bir
insanın canını yaktığınız için sizi sevmesi, tarifi mümkün olmayan bir duyguydu.
Artık kendini iyice teslim etmişti acıya, başta hafifçe çıkan "mmmm"
sesleri yerini gırtlağından çıkan garip seslere bırakmıştı, kendini buluyordu...
Ayaklarının
altında küçük küçük çubuk şeklinde izler oluşmuştu. Belki bu görüntü hoşuna
gitmeyecekti ama fazla ileri gitmemiştim, çünkü aldığı zevki görüyordum. Memelerindeki
mandallar yeterince durmuştu ve emindim ki çok acıyordu, artık çıkartmak
gerekirdi. Sopayı bıraktığımda nefes alışverişleri hala hızlıydı. Yanına
oturdum, gözlerini bana çevirdi. O bakışların şu an bile gözümün önünden
gitmesi mümkün değil, çok farklıydı. Tek cümle ile "canımı yaktığın için sana
minnettarım" anlamı taşıyordu bakışları, hafif nemlice. Mandallı
dudaklarının verdiği bütün şapşal görüntüyü yok ediyordu o bakışlar. Önce bana
yakın olan memesindeki mandalı çıkartacaktım, mandalın takılı olması canını
yakıyordu ama çıkartırken daha çok yanacaktı. Elimle gözlerini kapattım ve
mandalları çıkarttım sırayla, kapalı dudakları arasından çıkamayan sesleri
dinleyerek. Sonra dudaklarındakileri çıkardım, fazla tepki vermedi. Demek
dudaklar o kadar acımıyordu. "Nasılsın?" diye sordum. "İyiyim"
demekle yetindi. Derin düşüncelere dalmıştı, spankingdeki kadar kolay
gelmemişti. Düşünmesine izin vermek gerekirdi. Gidip içerden bepanthen merhem,
sargı bezi ve flaster aldım. Döndüğümde hala gözleri tek noktaya dikilmiş,
düşünceliydi. Pozisyonunu bozmamıştı. Bir daha "nasılsın?" iye
sordum. "Garip" dedi. Tebessüm ettim. "Sakın kendini yargılama
hatasına düşme" dedim. "Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum şu an
yaşadığın şeylerin kolay olmadığını. Kendini rahat hissetmeye çalış. Bir şeyi
yapmak istedin ve yaptın, yaptığın şeylerden pişmanlık duymamalısın. İçine
sinmediyse devam etmeme hakkına sahipsin, sindiyse olduğu gibi devam eder. Hep
devam etmek zorundayım diye düşünüp korkma, hoşuna gitmediği an biter"
dedim. "Hoşuma gittiği için korkuyorum" dedi. Bu da benim kitlendiğim
andı. Diyecek bir şey bulamadım. Şimdi düşününce de söylenecek pek bir şey
yoktu zaten. Kendi içinde halletmesi gerekirdi, müdahil olacağım bir durum
değildi.
Başının altına yastık koyarak uzandırdım, ayaklarını dizlerimin üzerine aldım. Gözüme daha güzel geliyordu ayakları, izlerimi taşıyordu üzerinde. Ne yapacağımı tahmin etmenin şaşkınlığı ile bana bakıyordu, muhtemelen bu işi ona kendisinin yapmasını söyleyeceğimi zannediyordu. İçinde zulüm olan bedende merhamet de olmalıydı. Ayaklarını daha rahat tutabilmek için ona doğru döndüm, önce bir ayağına merhem sürerek avuçlarımın arasına aldım, başparmaklarım ile hafifçe okşayarak merhemi iyice yedirdim ve sargı bezi ile yavaş yavaş sarıp flasterle yapıştırdım. Diğer ayağına da aynısını yaptım. Dakikalar önce gözlerine hapsolan derin düşünceleri gitmiş, yerine mutluluk dolmuştu. Kalkıp boxerımı giydim ve tekrar oturdum, başını dizime koymasını söyledim. TV açtım, uzun bir süre hiç konuşmadan ekrana baktık, elim saçlarındaydı. Bir süre sonra "Gitmeyecek miyim efendim?" diye soruna "Hayır, bu gece burada kalacaksın" dedim. Yolu uzundu, o ayaklarla yürümesini istemiyordum.
Başının altına yastık koyarak uzandırdım, ayaklarını dizlerimin üzerine aldım. Gözüme daha güzel geliyordu ayakları, izlerimi taşıyordu üzerinde. Ne yapacağımı tahmin etmenin şaşkınlığı ile bana bakıyordu, muhtemelen bu işi ona kendisinin yapmasını söyleyeceğimi zannediyordu. İçinde zulüm olan bedende merhamet de olmalıydı. Ayaklarını daha rahat tutabilmek için ona doğru döndüm, önce bir ayağına merhem sürerek avuçlarımın arasına aldım, başparmaklarım ile hafifçe okşayarak merhemi iyice yedirdim ve sargı bezi ile yavaş yavaş sarıp flasterle yapıştırdım. Diğer ayağına da aynısını yaptım. Dakikalar önce gözlerine hapsolan derin düşünceleri gitmiş, yerine mutluluk dolmuştu. Kalkıp boxerımı giydim ve tekrar oturdum, başını dizime koymasını söyledim. TV açtım, uzun bir süre hiç konuşmadan ekrana baktık, elim saçlarındaydı. Bir süre sonra "Gitmeyecek miyim efendim?" diye soruna "Hayır, bu gece burada kalacaksın" dedim. Yolu uzundu, o ayaklarla yürümesini istemiyordum.