21 Ekim 2015 Çarşamba

Ateş ve Su

Ona tembih etmiştim, önemli bir durum olmadıkça benimle iletişime geçmesi yasaktı. Sadece ben arayabilirdim. Üç gün boyunca tek kelime etmedim. Hiçbir şey. Acının psikolojik boyutu da olmalıydı, biraz. Üç gün sonra öğle saatlerinde aradım, ilk çalışında açıldı telefon. Efendim. Evet. Akşam saat 7’de bende ol. Peki efendim. Sesindeki heyecanı hissediyordum. Aramızdaki ilişki bu düzeyde olmasaydı, sıradan bir aşk ilişkisinde de telefonu bu heyecanla açar mıydı acaba? Aslında saat 6’da çağırmayı düşünüyordum ama işten çıktıktan sonra birazcık hazırlık yapmam gerekirdi. Salonun farkı noktalarına yerleştirilmiş üç büyük mum ve tütsülüğün kenarına bıraktığım iki tütsü çubuğu bu akşamı çıkarmaya yeterdi. O akşam için kullanmayı düşünmediysem de ne olur ne olmaz diye farklı uzunlukta parçalara böldüğüm ip takımını da (ve dolayısıyla ip kesme makasını da) görünmeyecek bir yere sıkıştırmıştım. Sipariş ettiğim jartiyer takımları da elime ulaşmıştı. Birinin çorabında pembe ve beyaz renklerde enlemesine düz çizgiler vardı, etek ve sutyen kısımlarında ise bu çizgiler boylamasına devam ediyordu ve eteğin kenarı dantelliydi. Diğeri ise klasik siyah transparan jartiyerdi fakat çoraplarını ayrı sipariş edip uzunlamasına siyah kalın çizgileri olan bir tane beğenmiştim. Aslında klasik siyah transparan jartiyer tercih etmezdim ama onun beyaz teninde nasıl duracağını görmek istedim. Pembe beyazlı olanını yatak odamda yatağımın üzerine bıraktım. Bu akşamki seansı el becerileri ile halledecektim, ana karnından aletle doğmadı ya insanoğlu.

Heyecanlı mıydım? Evet. Belli ediyor muydum? Tam saat 7’de çaldı kapı. Saat 7’ye 10 kala evin önüne varmış aslında ama nasıl bir tepki vereceğimi kestiremediğinden olsa gerek, cesaret edemeyip zamanın gelmesini beklemiş. İçimden tebessüm etsem de kararlı bir tonla bunu takdir ettim. Ama… Karşımda öyle bir duruyordu ki... Sanki ilk iki görüşmede hiçbir şey yapmadım da içim dolu tamamen, patlayacak gibiyim. Acıtmak istiyorum. Ölesiye acıtmak. Bir sinir, öfke, nefret kaynaklı bir duygu değil bu, haz, heyecan, aşk, şehvet, acı, ızdırap, mutluluk hepsi içinde. Bunu planlamamıştım ama nasıl olsa hediyesini verecektim, kendime engel olmayacağım. Salona geçmesini söyledim, her zamanki yerine geçti. Orası olmaz, güvenli değil. L takımının iki ucunun birleştiği yerin az önünde dur şöyle evet. Ne olduğunu anlamaya çalışırken yanağına inen tokadın etkisiyle koltuğa serilmese de elini koyarak koltuktan destek aldı. Bunu beklemiyordu, gözleri nemlendi. Titreyen bir sesle “bir şey mi yaptım efendim?”. Hayır, yapmadın bir şey. İçimden geldi sadece. Çünkü canını yakmış olmanın bana verdiği mutluluk ve acı duygusundan mahrum yaşamak tam yaşanmış bir hayat değil benim için. Nemli gözlerin, titreyen sesin, “bir şey mi yaptım efendim?”. Bunların içimde doğurduğu haz ve acıyı başka ne karşıyabilir yeryüzünde? Başka hangi yaşantı, kendini sana adamış bir masumiyete acı vermiş olsan da bundan haz almasından ve senden daha çok acı dilenmesinden daha değerli olabilir? Acaba bu yüzden mi tanrıya en çok sığınanlar en büyük acıları yaşıyorlar? Çabuk toparladı kendini, bir hata yapmadığını ve amacımın sadece canını yakmak olduğunu anlayınca yanağını okşayarak geç kalınmış bir hazzı yaşayabildi. Efsun. Efendim. Üzerindeki her şeyi çıkar. Peki efendim. Şimdi yatak odama git, yatağımın üzerinde sana aldığım bir hediye var. Hediyenle yapman gerekeni yap ve gel.

Hızlı adımlarla odaya gitti, ben de o sırada mumları ve tütsüyü yaktım, ışığı kapattım. Tütsünün kokusu, loş ışıkla aydınlanan salonu doldururken kapının önünde belirdi Efsun. Biraz utanabilir, ürkek davranabilir diye düşünmüştüm ama öyle olmadı. Çok istekli görünüyordu. Pembe beyazlı jartiyerle büyüleyiciliğini tarif etmeye yeltenecek kelimeleri yerin dibine geçirirdi. Gözlerine bakıp tebessüm ederek parmaklarımı parmaklarının arasına geçirdim, bir kaç saniye bekledikten sonra bir anda parmaklarını sertçe büktüm, acıdan eğilip doğrulmaya başladı, taki doğru pozisyon olan dizleri üstünde durmayı öğrenene kadar. Şüphesiz ki bir şeyi yaptırmanın tatlı ve acı yolu arasından en haz vereni acı yolu. “Bugün dilinin ve dudağının ne kadar yetenekli olduğunu görmek istiyorum”. Gözlerindeki heyecan iyice arttı, yutkunduğu anı yakalayabildim. Kemerimi çözdüm, pantolunumu ve boxerımı biraz indirdim ve başlayabileceğini söyledim. Fazla heyecanlı, yine acele etti. Hemen penisimi tutarak hızlı hareketlerle ağzında gidip gelmeye çalıştı. O an benim açımdan riskli bir hareket de olsa iyi bir tokat yedi. “Porno filmi çekmiyoruz, yavaş başla, sonra hızlanırsın”. Biraz kendine geldi. Eli penisimin kökünde, bir yandan öpüp bir yandan dilini gezdiriyordu. Fena değil. Bir tokat daha. “Elini daha aktif kullan”. Elini penisimin üzerinde ve taşaklarımda gezdirmeye başladı. Bir süre sonra, bir tokat daha. “Burada uyumak üzereyim”. Hızlandı biraz, biraz da panik yaptı sanırım. Bir tokat daha. “Bir dahaki sefere dişini her hissettiğimde üç güzel tokat yiyeceksin”. Acemiydi bu konuda, pek iyi yapamıyordu. Onu jartiyerle görmemden ve oral sekse başlamadan önce duyduğum haz şu ankinden daha fazlaydı. Oral seks gerçekten çok önem verdiğim bir şeydi ve mükemmel olmasını isterdim. İşin kötü tarafı, bir erkeğe nasıl iyi oral seks yapılacağı benim öğretebileceğim bir şey değildi! Yine de elimden geldiğince yönlendirmeye, terbiye etmeye çalıştım. Saçlarını elime dolayarak başını aşağı, taşaklarıma doğru çektim. Orayı yalarken boş duran eliyle penisimi tutturdum ve aşağı yukarı hareket ettirmesini sağladım. Sonra başını biraz daha aşağı çekerek bacaklarımın tam arasındaki bölgeyi yalattım, en sevdiğim yer. Elbette bu esnada orada kıl olması ondan çok beni iğrendireceğinden temizdim. Ne kadar direktiflerimi yerine getirmede sorun olmasa da yalarken dili dudağı iyi çalışmıyordu, yeterince haz alamıyordum. Bu kabul edilemezdi. Efsun. Bu konudaki performansını beğenmedim. Bir tokat daha. “Dilini ve dudaklarını daha iyi kullanmalı, bunu yaparken elini unutmamalısın!”. Yanakları iyice kızarmıştı. Ona tokat atmak,  yanaklarının kızardığını görmek, penisimle ağzında oynamasından daha çok haz veriyordu bana.  Bir de bu işi iyi yapmayı öğrendiği zaman bana vereceği haz ulaşılmaz olacaktı. Ben de bu arada iyice doruğa çıktığımı hissediyordum. İyice kızarmış yanaklarını tekrardan beyaza boyamayı istiyordum. Şimdi gözlerini kapat ve yanaklarından süzülecek sıcaklığı hisset.

Efsun. Açıkça söylemek gerekirse bu konudaki performansını beğenmedim. Çok heyecanlıydın, bu normal ama heyecanının seni kontrol etmesine izin vermeyeceksin. Seni kontrol eden tek şey iraden olacak ve o da bana ait. Bir dahaki sefere senden çok daha iyi bir performans bekliyorum, elinin altında internet var, araştır ve öğren, aksi taktirde beni hayal kırıklığına uğratmış olursun. Şimdi git ve bana kahve pişir.

Bir süre sohbet ettik, bana günlerinin nasıl geçtiğini, yaşadığı havadan sudan olayları anlattı. Artık gitmesi gerektiğini söyledim. Önümde, kapıya doğru yaklaşmışken bileklerinden sertçe çekip kollarını sırtında birleştirdim ve iyice gerdim, sertçe duvara çaldım ve dişlerimi omzuna geçirdim. Böyle anlarda vampirlerin kan emmekten nasıl haz alabildiklerini anlıyordum. Benim de böyle bir yeteneğim olmasını isterdim oysa tek yapabildiğim dişlerimin izini çıkartmak oluyordu, elbette et koparacak halim yoktu ya! Bu onun hoşçakal öpücüğüydü.

Karanlık Aydınlıktır

Uzun bir aradan sonra yeniden merhaba. 2 yıla yakın bir zaman geçmiş ve bu zaman zarfında burada anlatmayacağım birçok olayın bileşkesinden dolayı yazıma devam edemedim. Hatta bu zaman zarfında yaşadıklarımın bana burayı unutturduğunu dahi söyleyebilirim. Bu can sıkıcı detayları atlayıp başladığım işi bitirmek istiyorum. Elbette geçen zaman anılarımı dimağımdan bir miktar daha silmiştir ama detayları yeterince aktarabileceğimi umuyorum.

O gece Efsun bende kaldı ve gecenin sonlanması için saat epey erkendi. Ne yapsaydık? Bir film izlemek fena olmazdı. Hangi film? Hayır, öyle “mesleki” bir film değildi. Şu an adı aklıma gelmeyen sıradan bir filmdi. Yerde, dizimin dibinde otururken bazen saçlarını bazen gıdısını okşamıyor olsam epey sıkıla da bilirdim filmden. Film başlamadan önce bana kahve pişirmesini ve kendine ne istiyorsa ondan yapmasını söyledim. Efendileri kahveyi nasıl içerler? Az şekerli. Kendisine de kahve pişirmiş, tepsiye koymuş getirmiş, önümde dikilmiş tepsiyi uzatıyor. Tepsiye yapılacak şiddetli bir hamle ile önce ortalık batar, sonra bir güzel temizletilir ve sonra yeniden kahve pişirtilirdi ama yapmadım. Önce eğitmek, eğitimi almakta zorlanıyorsa cezalandırmak gerekirdi. Tepkisizliğim ve bakışlarımdan yanlış bir şeyler olduğunu anladı ve hemen sordu: “Bir sorun mu var efendim?”. “Şimdi o tepsiyi yanındaki kanepeye bırak”. Bıraktı. “Kahve tabağını al ve önümde dur. Bir iki adım geride”. Yaptı. “Şimdi diz çök, başın yere değecek kadar eğil ve tabağı avuçlarının üzerine alarak kollarını kaldır”. Bu anı yaşadığım ilk kadın Efsun değildi ama önümde bu şekilde görmekten en çok büyülendiğim beden Efsun’a aitti. Evet, zaten kendisini fiziksel olarak oldukça beğeniyordum lakin bedeninin karşımda aldığı şekli izlemek tarif edilemez bir hazdı. O kadrajda gözümün görmediği tek şey bana sunduğu kahve fincanıydı belki de. Bir süre fincanı elinden almadan sessizce onu izledim öylece. Gerçekleşmesini istemediğim ama gerçekleşmesine engel olamadığım şeyler hissediyordum ona karşı, daha önce hiçbir köleme hissetmediğim. Hayır, aşık değildim elbette ama anlaşmamızda belirttiğim gibi istediği -o- an kalkıp gitse gerçekten üzülürdüm. Bu durum hoşuma gitmedi. Kendime hakim olmalıydım (İnandım mı buna?). Kahve fincanını elinden aldım ve yanımda duran paketten bir sigara yakıp ona uzattım. Uslu köpek.


Filme başlayacakken yanımda duran minderi koltuğun önüne, ayaklarımın arasına koydum ve minderin üstüne oturup sırtını koltuğa yaslanmasını söyledim. Dudaklarının birleştiği noktadaki belli belirsiz ama içten tebessümü yakalamak güzeldi. Film süresince elim bazen saçlarında, bazen gıdısında, bazen boyun çevresinde hareket ediyordu. Film bitti. Uyku vakti. Peşimden yatak odama gelmişti ama eline temiz nevresimler ve yastığı tutuşturunca suratı düştü, üzüldü. Aslında ona sarılıp uyumak, hatta uyumayıp bütün gece sevişmek isterdim ama böyle olması gerekiyordu. Daha önce böyle olmuştu, daha önce böyle şeyler hissetmemiştim ama bu hisler önemli değildi. Şimdilik. Gerçi diğer kadınlara karşı hissetmediğim şeyleri ona hissediyor olmam onun canını yakma arzumu zerre azaltmıyor, bilakis daha da körüklüyordu. Şu an bedeninde uygulamak istediğim o kadar çok şey vardı ki, henüz ikinci deneyimi olmasından ve hazzın ertelenmesi gerektiğinden kendime hakim oluyordum. Sabah olunca evden çıkıp farklı yönlere gidecektik ama bir sonraki buluşmamız ilişkimizi bir adım öteye itecekti.

5 Mart 2014 Çarşamba

Yağmur Başlıyor

O günden sonra şehir dışına çıkmam gerektiği için bir kaç gün boyunca görüşemedik. Zamanım ne kadar yoğun geçse de onca işin arasında yapacağımız şeyler için plan kurabiliyordum. Ayrılmadan önce ona bir ev ödevi vermiştim, geçirdiğimiz günle ilgili hissettiği her şeyi başından sonuna kadar en ince ayrıntısına kadar yazıp bana göndermesini. Bir gün sonra da geri dönüşünü yapmıştı. Yazdığı şeyler ona özel olduğu için izinsiz olarak burada yayımlamayı uygun görmüyorum ama genel itibari ile özetlemek gerekirse, onu eve yönlendirdiğim zamandan yanımdan ayrılana her saniye heyecandan kalbi duracak gibiymiş. Yerim kalbini. Daha önce hiç hissetmediği şeyleri hissettirmişim, verdiğim direktifler olsun canını yakmam olsun ona çok zevk vermiş. Keşke daha önce beni tanısaymış, içindeki büyük bir boşluğu doldurmuşum. Daha önce tanısaydı belki de böyle iyi gitmezdi her şey, neticede bugün dünden iyi yarından kötü seviyedeyim.

Görüşeceğimiz güne kadar ara ara konuştuk. Konuşmalarımız genelde onun hayatı üzerinden ilerliyordu. Sınıf öğretmenliği okuyordu ve son sınıftaydı, dönemin sonunda okulu bitecekti ve... Ve'sini zamanı geldiğinde konuşmaya karar verdik. Bir taraftan da KPSS kursuna gidiyordu, onun yoğunluğunun da benimkinden aşağı kalır yanı yoktu. Sürekli benimle konuşmak istiyordu. Olmazdı, hem çalışması gerekiyordu, hem de sürekli konuşmak olmazdı. Azar azar tüketilmeliydi her şey. Ne açlıktan ölecek kadar az, ne de patlayacak kadar çok yenmeliydi. Döneceğim tarihten haberi yoktu ve döndüğüm günün sabahı akşam 18:00'de kapının önünde olmasını söyledim. Biraz "alışveriş" yapmam için yeterli vaktim vardı. Bir kişi üzerinde kullandığım alet edavatı  başka birinde kullanmadığım için (temizlenebilenler hariç) yeni şeyler almam gerekiyordu. Bir paket mandal, farklı kalınlıkta iki adet tahta sopa (biri çubuk sayılır), bir paket kokulu küçük mum, 10 mm halat, bulaşık eldiveni, lastik ve sargı bezi. Bunların hepsini ilk seferde kullanmayacaktım elbette, bir köşede durması iyi olurdu sadece. İnternet üzerinden de siyah renkte farklı model 2 adet jartiyer takımı sipariş ettim. Bir kısım temizlenebilen materyaller zaten evde vardı. Gelmeden önce salonun çeşitli yerlerine kokulu küçük mumlardan koydum, bir kaç tanesi açıktaydı  bir kaç tanesi belli açıdan bakmadıkça görülemeyecek yerdelerdi. Sopaları ve mandal paketini elimin altında bir yere koymuştum, diğer aldıklarım odamdaydı ve zamanı gelince kullanılacaktı.

5 dakika kadar geç gelmişti. Tolere edilebilir bir sayıydı 5 dakika, uzak yerden geliyordu. İçeri girdi, salona geçtik. Geç kalmayayım diye koştururken çok susamış, gidip içebileceğini söyledim. Parfümü güzeldi ama fazla sıkmıştı, bir daha bu kadar sıkmaması için uyardım. Karşımda ayakta dikilince koltuğa oturmasını söyledim. Biraz sohbet ettik, dolaptan içecek bir şeyler getirmesini söyledim, getirdi içtik. Oyuna başlama zamanı gelmişti. Salonun farklı yerlerinde mumlar olduğunu, bu mumları yakmasını, bazı mumları aramadan bulamayacağını ve bulamadığı her mumum vücuduna takılacak bir mandala karşılık geleceğini söyledim. Nasıl olsa hepsini bulamayacaktı. Çakmak sehpanın üzerindeydi ve alıp sehpanın üzerindeki mumu yaktı. Çekyatın sağ kolu üzerindeki mumu da yaktı. TV ünitesinin önündeki mumu yaktı. Yemek masasının üzerindeki iki mumu yaktı. Kitaplığın önündeki mumu yaktı, en üst raftaki kitapların üzerine, köşeye iliştirdiğim mumu bulduğunda kitapların önüne koyup öyle yakmasını söyledim. Salonun köşesinde, çekyatın yan tarafında yere koyduğum mumu buldu, onu yakıp sehpanın üzerine koymasını söyledim. Çekyatın altına baktı, orda bulduğu mumu da yakıp çekyatın sol kolu üzerine koymasını söyledim. Perdeyi çekip pencere pervazlarına baktı, diğer koltukların altına baktı, salonu iyice kolaçan etti ama başka bulamadı. "Bu kadar mıydı efendim?" dedi. Tebessüm ettim. "TV ünitesini aç, radyonun arkasına bak" dedim. Radyonun arkasındakini buldu, karşımda dudağını ısırarak duruyordu. Yak ve TV'nin önüne koy dedim. Yaptı. İsmini söylediğim kitabın arkasına baktı, yanındaki kitabı çekerek onu da aldı. Parmağımla duvarın dibini işaret ettim ve yakarak oraya koydu. Bir şey söylemedim. "Bu kadar mıydı efendim" dedi. Sağ ve sol cebimden birer mum çıkardım. Bu adil değildi. Olsun, hayat adil değildi zaten. 4 mumu bulamadı; 4 mandal demekti bu. Onları da yakıp diğer duvar diplerine koymasını istedim. Yaptı. Bakışlarımla ampulü işaret ettim, kapattı. Mumların verdiği loş bir ışık vardı sadece içeride.

Üstündekileri çıkarmasını istedim, yaptı. Cinsel isteği artarsa alacağı haz da artacaktı, ayağa kalktım, karşısına geçtim ve üzerimdekileri tenime dokunmadan çıkarmasını söyledim. Derin bir nefes aldı ve gömleğimin düğmelerini çözmeye başladı. Kol düğmelerini çözmek için kolumdan tutup kaldırmaya çalıştı; bak hele sen şu terbiyesizin yaptığına. Oyunu devam ettirmek gerekirdi, havada olan elimle bileğini sıkıca kavrayıp hafifçe bükünce canı acıdı, durumu farketti ve "çok özür dilerim efendim" deyip diz çökerek kol düğmelerimi çözmesi gerektiğini idrak etti. Kolumu kaldırması kızacağım bir şey değildi ama oyunun kuralı böyleydi. Gerçekten kızıp kızmadığımı da test edecek tecrübede değildi. Gömleğimi kenarlarından tutarak çıkardı. Avuçlarını göğsüme birleştirip iki yana açarak gömleğimi çıkarması o an daha güzel olacaktı belki ama birincisi daha o kadar sevgili olmamıştık, ikincisi tene dokunmama kuralını koymuştum bir kere. Kemerimi çözdü. Pantolonumun düğmeslerini zor da olsa açtı. İki yanından tutup aşağı indirdi yavaşça. Sırayla ayaklarımı kaldırdım ve çıkardı pantolonu. Sonra parmak uçlarından çekerek çoraplarımı çıkardı. Sıra boxerıma geldiğinde çıkarıp çıkarmaması gerektiği konusunda tereddüt etmiş olacak, bir kaç saniye ebleh ebleh baktı bana. "Eee daha daha?" deyince onu da çıkardı, -kendince- çaktırmadan göz ucuyla baktı malum yere. Yere oturup, dizlerini kırarak bacaklarını açmasını söyledim. Sonra bende bacaklarım açık vaziyette koltuğa oturdum. Önce ben koltuğa otursaydım "acaba bana ne yapacak?" diye düşünmezdi otururken. Bir sigara yaktım ve sigaram bitene kadar bana bakarak mastürbasyon yapmasını söyledim. Orta parmağını bacak arasına götürerek başladı işe, ben de mum ışığı altındaki bu görüntü ve çıkardığı seslerden aldığım zevki sigaramın zevkine katarak onu izledim. Sigaram dibini bulunca söndürdüm, bu kadar cinsel istek yeterliydi, oyun buraya kadardı.

Ayağa kalktım ve memelerinin ucundan tutarak yavaşça ayağa kaldırdım. İç çekişini duymak güzeldi. Ters şekilde çekyata yatırdım, sırtı oturma yerinde, bacakları sırt yaslama yerine bitişik ve ayakları havada. Mandal paketini açıp 4 tane mandal çıkardım ve 3 tanesini karnının üzerine bıraktım. Elimdeki mandalı cinsel isteğiyle iyice dikleşmiş olan meme ucunun üzerine getirdim, mandala bastırdım ve mandal ikiye ayrıldı, meme ucu mandalın iki ucunun arasına denk gelince yavaşça mandalı bıraktım, mandal kapandıkça "ah" sesi ile birlikte meme ucu, mandalın uçları arasında hafifçe ezildi. Karnının üzerinden bir mandal daha alıp karnından memesine doğru yavaşça sürükleyerek diğer meme ucuna taktım. İki tane kalmıştı. Henüz acı eşiği konusunda fazla bir fikrim yoktu, aksi halde meme uçlarındaki mandallara çapraz olarak ekleyebilir, yaşayacağı acıyı artırabilirdim. Dudaklarını birleştirip öne çıkarmasını söyledim, dudaklarına iki yerden mandalları taktım ve eğer bu mandallar düşerse ağzından çıkmış tek sözcük "kelebek(safe word)" olacak diye de ekledim. Sopayı alıp çekyatın arkasına geçtim ve ayaklarına bir süre sürterek ilk vuruşu gerçekleştirdim. Bu sefer sert tondan girmiştim. Bir tane daha vurdum. Kenetlenmiş dudakları arasından çıkan "mmmmm" sesleri eşliğinde vurmaya devam ettim. Daha önce kimsenin dudaklarını mandallamadığım için ne kadar acıyacağını bilmiyordum ama meme uçlarında zamanla artacak acıyı biliyordum. Ayaklarının altı henüz belirgin kızarmamıştı ve vurmaya devam ediyordum. Bazen sanki bacağını çekecek gibi oluyordu ama hemen düzeltiyordu sonra. Tabanlarındaki kızarıklık belirginleşmeye başlamıştı artık. Arka planı tamamladıktan sonra detay için ince fırçayı alan ressam gibi kalıp sopayı bırakıp çubuktan hallice olanı aldım. Kızarmış olan ayak tabanlarına ince şekiller verecektim. İşte bu zevkli bir iş olacaktı. Falakanın sanatsal bir yönü her zaman vardı. Farklı pozisyonlarda farklı numaralı sopalarla farklı tatlar alınabilirdi. Fonda güzel bir müzik iyi giderdi ama bunu en başından yapmış olmak gerekirdi, şimdi elimdeki işi bırakıp ona zaman harcamak olmazdı. İnce çubukla orta şiddetle vurarak başladım. Bunun acısı daha farklıydı, daha etkili ama daha tatlıydı. Ben vurdukça aldığı zevki, boşlukta kalan kafasını geriye doğru vererek mandallı dudağından çıkardığı seslerden anlıyordum. Ara sıra eli ile memelerini avuçluyordu, bunu zevkten mi yapıyordu yahut memelerindeki mandalların acısından mı bilemedim. Memelerindeki mandalların acısı zamanla artıp bir seviyeye geldikten sonra alışacaktı artık o acıya. Bir insanın canını yaktığınız için sizi sevmesi, tarifi mümkün olmayan bir duyguydu. Artık kendini iyice teslim etmişti acıya, başta hafifçe çıkan "mmmm" sesleri yerini gırtlağından çıkan garip seslere bırakmıştı, kendini buluyordu...


Ayaklarının altında küçük küçük çubuk şeklinde izler oluşmuştu. Belki bu görüntü hoşuna gitmeyecekti ama fazla ileri gitmemiştim, çünkü aldığı zevki görüyordum. Memelerindeki mandallar yeterince durmuştu ve emindim ki çok acıyordu, artık çıkartmak gerekirdi. Sopayı bıraktığımda nefes alışverişleri hala hızlıydı. Yanına oturdum, gözlerini bana çevirdi. O bakışların şu an bile gözümün önünden gitmesi mümkün değil, çok farklıydı. Tek cümle ile "canımı yaktığın için sana minnettarım" anlamı taşıyordu bakışları, hafif nemlice. Mandallı dudaklarının verdiği bütün şapşal görüntüyü yok ediyordu o bakışlar. Önce bana yakın olan memesindeki mandalı çıkartacaktım, mandalın takılı olması canını yakıyordu ama çıkartırken daha çok yanacaktı. Elimle gözlerini kapattım ve mandalları çıkarttım sırayla, kapalı dudakları arasından çıkamayan sesleri dinleyerek. Sonra dudaklarındakileri çıkardım, fazla tepki vermedi. Demek dudaklar o kadar acımıyordu. "Nasılsın?" diye sordum. "İyiyim" demekle yetindi. Derin düşüncelere dalmıştı, spankingdeki kadar kolay gelmemişti. Düşünmesine izin vermek gerekirdi. Gidip içerden bepanthen merhem, sargı bezi ve flaster aldım. Döndüğümde hala gözleri tek noktaya dikilmiş, düşünceliydi. Pozisyonunu bozmamıştı. Bir daha "nasılsın?" iye sordum. "Garip" dedi. Tebessüm ettim. "Sakın kendini yargılama hatasına düşme" dedim. "Bilmiyorum ama tahmin edebiliyorum şu an yaşadığın şeylerin kolay olmadığını. Kendini rahat hissetmeye çalış. Bir şeyi yapmak istedin ve yaptın, yaptığın şeylerden pişmanlık duymamalısın. İçine sinmediyse devam etmeme hakkına sahipsin, sindiyse olduğu gibi devam eder. Hep devam etmek zorundayım diye düşünüp korkma, hoşuna gitmediği an biter" dedim. "Hoşuma gittiği için korkuyorum" dedi. Bu da benim kitlendiğim andı. Diyecek bir şey bulamadım. Şimdi düşününce de söylenecek pek bir şey yoktu zaten. Kendi içinde halletmesi gerekirdi, müdahil olacağım bir durum değildi. 

Başının altına yastık koyarak uzandırdım, ayaklarını dizlerimin üzerine aldım. Gözüme daha güzel geliyordu ayakları, izlerimi taşıyordu üzerinde. Ne yapacağımı tahmin etmenin şaşkınlığı ile bana bakıyordu, muhtemelen bu işi ona kendisinin yapmasını söyleyeceğimi zannediyordu. İçinde zulüm olan bedende merhamet de olmalıydı. Ayaklarını daha rahat tutabilmek için ona doğru döndüm, önce bir ayağına merhem sürerek avuçlarımın arasına aldım, başparmaklarım ile hafifçe okşayarak merhemi iyice yedirdim ve sargı bezi ile yavaş yavaş sarıp flasterle yapıştırdım. Diğer ayağına da aynısını yaptım. Dakikalar önce gözlerine hapsolan derin düşünceleri gitmiş, yerine mutluluk dolmuştu. Kalkıp boxerımı giydim ve tekrar oturdum, başını dizime koymasını söyledim. TV açtım, uzun bir süre hiç konuşmadan ekrana baktık, elim saçlarındaydı. Bir süre sonra "Gitmeyecek miyim efendim?" diye soruna "Hayır, bu gece burada kalacaksın" dedim. Yolu uzundu, o ayaklarla yürümesini istemiyordum. 

23 Şubat 2014 Pazar

İlk çiğ tanesi

Yanından ayrıldığım zaman mutluydum. Ayrılmadan önce ne zaman onu çağıracağımı sorduğunda "yakında" dedim. Tebessüm etti. Önümde uzun ve ciddi bir düşünme süreci vardı ama en azından bu konuda iyiydim. Hikayenin en zor kısmı giriş ve sonuç kısmıydı, tren bir kere rayına oturduğunda gelişme kısmı nasıl olsa ilerliyordu. Girişi oturaklı yapmak icab ederdi. İki gün sonra çağırmaya karar verdim, ilk günün nasıl geçeceğini planlamak ve buna dönük hazırlıklar yapmak için iki gün kafi bir süreydi. S/M (Sadizm/Mazohizm) ağırlıklı ilişkide olayın fiziksel boyutu ön planda olduğu için her hamleyi tartarak yapmak gerekirdi, çok hafif geçerse gereken verim alınmayabilirdi, ağır geçerse de karşındaki korkabilir, daha da kötüsü sana olan güvenini kaybedebilirdi. Vereceği olası tepkileri tahmin ederek en ince ayrıntısına kadar ilk günü kafamda tasarladım, hatta tahmin edemeyeceğim bir tepki verirse ve o an bu tepkiye verecek bir cevap bulamazsam ne yapacağımı da düşündüm. Artık hazırdım.

Öğlen saatlerinde aradım ve saat 18:00'de metronun önünde olmasını söyledim. O saatte orada olmazsa geri döneceğimi de eklemek aklıma geldi ama bunun boş bir tehdit olacağını düşünüp vazgeçtim. Olması gereken saatte olması gereken yerdeydi. Beni cezbetme isteği kabarmış olsa gerek, bu soğukta dizüstü etek altına siyah mus çorabını giyip de gelmişti. Kadınlar... Cezbetmişti, evet. "Evim bulması kolay bir yerde ve sadece bir kereliğine seni karşılayıp evime götüreceğim. Yolu aklında tut, bundan sonra kendin geleceksin ve eğer bulamazsan evimi gelememiş olursun" dedim. Anayolu geçene kadar bir kaç dakika konuşmadık, sessizliğin üzerinde bırakacağı tedirginliği gözlemlemek ve ben konuşmadan konuşacak mı görmek istedim. Tedirgindi evet ama bir şey söylemedi. Nerde aylarca derin muhabbetlere girdiğim insan, nerde yanımda yürüyen kedi. Bambaşka biri gibiydi. Anayolu geçince cebimden evin anahtarını çıkartarak ona verdim. "Önümden yürü, tam arkanda olacağım. Hangi yöne gitmeni söyleyeceksem oraya gideceksin" dedim. Uysal bir ses tonuyla "Peki efendim" dedi. Nasıl hitap etmesi gerektiğini bildiğine göre o sürede öğrenecek bir şeyler karıştırmıştı demek, aferin. Yol boyunca nereye gitmesi gerektiğini söylediğim anlar dışında yürüyüşünü izledim. Küçük ve yavaş adımlarla kaderine boyun eğmiş kuzu gibi yürüyordu, bu görüntüden daha önce ağzım yanmıştı, aldanmadım. Apartmanın önüne geldik. Küçük anahtarla dış kapıyı açmasını söyledim. Apartmana girdik ve çıkmaya başladık. Kata geldiğimizde "burası" dedim, "şimdi büyük anahtarla kapıyı aç". Kapıyı açtı, bana baktı. "İçeri gir" dedim, girdi. Montunu çıkardı. Montunu çıkarma izni de ekleyebilirdim ama o kadar dominant olmama gerek yoktu, değildim de. "Salona doğru devam et". Salona doğru devam etti. Kanepeye oturdum. Bir kaç adım ötemde durmuş, ne yapacağını bilemeden boş gözlerle duvara bakıyordu. "Önüme gel". Geldi. "Bir adım geri git. Dizlerinin üzerine çök". Çöktü. Artık gözlerimin içine bakıyordu. "Sana bundan sonra Efsun diyeceğim" dedim. "Bu ad sadece ilişkimiz içinde kullanılacak". Bunu duymak onu mutlu etmişti. Onu kölem olarak kabul ettiğim zaman kafede yapmam gereken konuşmayı o an yapmayı unutmuştum (insanlık hali) ama daha da geciktirilemezdi: "Beni iyi dinle Efsun, bu konuşmayı sadece bir kere yapacağım. Daha önce böyle bir tecrüben olmadı, bilmediğin bir yolda ilerlemeye başladın, sahip olduğun ama farketmediğin noktalarını keşfedeceksin ve bunun sana nasıl yansıyacağı önceden tahmin edilemez. Şu an bunu istiyorsun ama umduğunu bulamazsan ya da yaşayacakların sana kendini kötü hissettirirse daha önce konuştuğumuz gibi istediğin zaman gidebilirsin. Öncelikle bunu benimle konuşmanı isterim ama tek kelime dahi etmeden "yapamayacağım" deyip gitme hakkına sahipsin. Yaşayacağımız ilişkinin sağlıklı yürümesi için gereken en temel şey karşılıklı güvendir. Sen bana güveneceksin, ben de sana güveneceğim. Bunu yapmak söylemek kadar kolay değil elbette, zaman içinde aramızda gelişecek bu güven. Bana ne kadar güvenirsen sana yapacaklarım esnasında o kadar az tedirgin olursun, ne kadar az tedirgin olursan o kadar çok haz alırsın. Ve korkma, sana işkence etmeyeceğim." Noktasına kadar uzun uzun düşünülerek planlanan, defalarca üzerinden geçilen bir konuşmaydı bu ve en ön sırada oturan çalışkan öğrenci edasıyla gözlerini dört açarak dinlemişti beni.

-Anladın mı?
-Anladım efendim, konuşmanız rahatlatıcıydı.

Hala tedirginlik vardı üzerinde. Bu normaldi. Ben de heyecanlıydım ama kontrol edilmesi kolay olan bir düzeyde. "Güzel" dedim. "Kalk ayağa". Kalktı. "Bir adım daha geri git. Gözlerini gözlerimden ayırmadan ve tek kelime etmeden üzerinde ne varsa çıkar şimdi". Bunu beklemiyordu. Sonunda bunun zaten olacağını biliyordu ama bu şekilde olacağını beklemediği, o anlık duraksaması ve göz bebeklerinin büyümesinden belliydi. Çok heyecanlanmıştı. (Bu noktada bir parantez açmak gerekirse, normalde ampül ışığı altında, sessiz ve kokusuz bir ortamda çalışmazdım ben. Bir kaç mum ışığı, klasik müzik ve yanan bir tütsü kokusu ile ortamımı renklendirirdim. Ama ilk günden her şeyi verirsen sonra vereceğin bir şey kalmazdı. Yavaş yavaş olmalıydı. Devam.) Dediğimi bir an önce yapması gerektiğini düşündüğünden olmalı, hızla bluzunu üzerinden çıkarmaya çalıştı. "Soyunma odasında çıkarır gibi değil, efendini memnun etmek için çıkar" dedim. Utandı. Utancı dudaklarına tebessüm olarak yansıdı. Hareketleri yavaşladı. Bluzunu çıkarıp koltuğun üzerine koydu, sonra eteğini ve sonra siyah mus çoraplarını. Çoraplarını çıkardıkça çorabın siyahlığı yerini teninin beyazlığına bırakıyordu. Siyah ve beyazın o güzel uyumu. Onu böyle izlemek çok zevkliydi. Sütyenini çıkardı sonra, memeleri önümdeydi hemen ama ben gözünün içine bakıyordum, o da benimkilere. Bu şekilde daha kolay olacaktı soyunması, görüntü ne kadar hoşuma gitse de göz temasını kaçırmamalıydım. Son parçayı çıkardığında karşımda çırılçıplak duruyordu. "Kapat gözlerini şimdi" dedim. Kapattı. Ayaklarından başlayıp yukarı doğru uzunca süzdüm. Çoğu insan onu zayıf bulabilirdi ama benim için çok güzeldi, minyon tipleri severdim. Bedenini göz önünde bulundurunca ayaklarının daha güzel olmasını beklerdim, şekilsiz değildi ama çok güzel de değildi. Ayaklar da önemliydi. "Arkanı dön"dedim, döndü. İlk olarak sırtına dikildi gözlerim, bir kadının en önemli yerlerinden biriydi sırt. En çok acıyacak ve merhamet görecek yerlerinden biriydi sırt. Ve az sonra kızaracak olan kalçaları. Başlıyorduk...


"Aç gözlerini ve yaklaş bana". Yaklaştı. "Yüzükoyun kucağıma yat". Dizlerinin üzerinde kanepeye çıktı yanımdan, bana doğru döndü ve elleri üzerine destek alarak kucağıma uzandı. Nefes alışverişlerini hissedebiliyordum, normalden biraz hızlıydı. Saçlarını avucuma doladım, kendime çekerek kulağına eğildim ve "hoşgeldin" diye fısıldayarak kalçasına ilk şaplağı vurdum. Aynı anda derin bir nefes aldı hızlıca. Vurduğum yeri bir kaç saniye okşayıp bir tane daha vurdum. Saçları hala avucumda, bir tane daha. Nefes alışverişleri hızlanıyordu. Bir tane daha. Bir tane daha. Aynı aralıkta vuruyordum ama giderek sertleşiyordum. Kızarmaya başlamıştı kalçaları. Benim için sıradan ve basit bir şeydi normalde bu, başka biri olsa keyif dahi almayabilirdim ama elimin altındaki kalçaların ona ait olması bana büyük haz veriyordu. Sadece hazdı, içimdeki sadisti doyurmak için aperatif dahi değildi. Ama bunu onunla yaşamak heyecan vericiydi. Hızımı artırdım,  her vuruşumda küçük küçük "ah" sesleri çıkarmaya başladı, canı yanıyordu ve bundan zevk alıyordu. "Çok mu hoşuna gidiyor?" diye sordum. Sesi titreyerek "Evet efendim" dedi. O an merak ettiğim şey ıslanıp ıslanmadığıydı ama o gün onunla cinsel ilişkiye girmeyeceğim için bunu öğrenmeye yönelik bir hareket yapmadıysam da meme uçlarını dikleşmiş görecek olmam bu konuda fikir verecekti bana. Benimle cinsel ilişki yaşamak istiyordu. En azından bedeni bu sinyali veriyordu. Ağdasını yeni yaptırmış olması da "ne olur ne olmaz" hazırlığı idi. Ama ilk gün bunu yapmak istemiyordum. Ellerini belinin üzerinde birleştirip sol elim ile saçlarını bırakıp bileklerini kavradım. Yanağı kanepeye yapıştı. Kısıtlamak zevkliydi, kısıtlı iken vurmak daha zevkliydi. Ve kısıtlama, ileri zamanlarda bambaşka bir boyuta taşınacaktı. Bir süre daha iniltiler ile birlikte kalçaları acımaya devam etti. Kalçalar için bu kadarı yeterliydi. Kısa sürmüştü ama ilk gün için bu kadarı yeterliydi. Başlangıç zordu, başlamak zordu, ileriki bir dönem olsa gitmek zorunda da kalmazdı, gitmesini istemiyordum ama gitmeliydi, bitmek zorunda da kalmazdı ama bu gecelik bu kadar ile bitmeliydi.

21 Şubat 2014 Cuma

İlkbahar yaklaşırken

Anlatacağım hikaye günü geçmiş bir hikayedir. Böyle hikayelerin -en iyi- henüz sıcakken servis edilmesi gerekse de o zamanlar bunu kimseye anlatmak istemedim ve şu günlerden yeniden peydah olan bazı hisler üzerine anlatma isteğim oluştu. Mevzuya tarih atarak başlamalı; Şubat 2013. Kendisi ile tanışmam bu tarihin de bir kaç ay evveline dayanır. O zamanlar kim olduğuna dair fazla bir malumatım yoktu. İşin sonunda kim olduğuma dair ne kadar malumatım olduğunu da büyük bir nebzede anlamış olacaktım. Henüz adını Efsun koymamıştım, o günden sonra hiç kullanmayacağım başka bir adı vardı. İnternet üzerinden tanışıp sohbet ettiğim insanlar arasından, sıradan olmayan biriydi. Sinema, müzik, tarih ve tefekkür üzerine derin sohbetler ediyor olmamız onu sıradanlık sınıfından sıyırmıştı. Bir gün böyle rutin sohbetlerden birini gerçekleştirirken konu Blue Velvet adlı filme geldi. Dorothy adlı karakterin bazı submissive ve mazohist yönlerinin hoşuna gittiğini bu terimleri kullanmadan, satırarası değindi. Sohbetlerimiz hiç bu doğrultuda gitmemişti ama bunu sormam gerektiğine dair bir his doğdu içimde: Onun yerinde olmak ister miydin? Cevabı kısaydı: İsterdim. Sohbetimizin doğrultusu bu yöne kaydı. Ona dominant yönümden ziyade sadist yönümün baskın olduğunu, hatta dominantlığı genelde "gerektiği" için kullandığımı anlattım. Hem submissive hem mazohist yönü vardı. Aşağılanmaktan hoşlanıp hoşlanmadığından emin değildi. Yapmayı sevdiğim bir şey değildi zaten bu. Uzunca konuştuk, birbirimizin daha önce bilmediğimiz yönlerine dair ipuçları oldu elimizde. Bu ipuçları karşılıklı sorularla bilgiye dönüştü. Bilgiler ise tecrübeye dönüşme isteğiyle içimizi doldurdu. Karar verdik, görmeliydik, görüşmeliydik ve -eğer olabilecekse- tecrübe etmeliydik.

Telefon numarası alışverişi yaptık, buluşma mekanı ve saatini belirledik. Şubat ayının soğuk bir cumartesi günü, saat 15:00, *** adlı kafede. Birbirimizi henüz görmemiştik, ne kadar akli unsurlarını beğeniyor olsam da sanatsever biri olarak estetik benim için önemli bir şeydi. Estetikten kastım kalemle çizilmiş kusursuz bedenler değil elbet, sadece ahengi ile beni etkilemesi. Adetimdir, buluşma yerine geç gitmem geç gideni de sevmem. Saat 14:50 itibari ile mekana varmıştım fakat kendisini tam saatinde aramam icab ederdi. Kafede oturan yalnız kadınlara bakıp "acaba o mu?" gibisinden düşünerek kendimi absürd bir durumun içine sokmaktansa azıcık ileride bir sigara içerek zaman geçirmeyi tercih ettim. Saat 15:00. Kafenin önündeyim. Telefonu son arananlar arasında idi, numarayı çevirdim, ahizeyi kulağıma yaklaştırdım ve bir kaç saniye sonra ahizeyi kulağına yaklaştıracak birini aradı gözlerim. Fazla uzağa bakmış olacakmış ki gözlerim, hemen önümdeki koltukta arkası dönük oturuyormuş bana, dikkatimden kaçmıştı. Acemiiiii. "Alo" dedi. "Arkandayım" dedim. Sesimi telefondan mı arkasından mı duydu bilmiyorum, şaşırmış bir şekilde arkasına döndü ve tebessüm ederek "merhaba" dedi. Selamlaştık, oturduk ve sohbete başladık. Sırtına uzanan siyah ve dümdüz saçları vardı, alnını bir kahkül kapatıyordu. Boyu omzumu geçmekle birlikte o an giydiği topuklu ayakkabıyı farketmemiştim, çıkartınca tam omuz hizamda olacaktı. Elmacık kemikleri belirgin olan yüzü, ince yapısı ile ahenk içindeydi. Siyah bluzunun göğüs dekoltesine doğru beyazlaşan teni ile büyüleyiciydi. Her şey yolundaydı. Büyü. Efsun.

Alacaklı gibi hemen konuya girmek müsanip gelmeyeceğinden çaylarımızı içerken bir süre havadan sudan konuştuk. Küçük bir sessizlik anı geldiğinde meseleye girmem gerektiğini anladım: Bunu yapmayı istiyor musun? Kabul etmek gerekir ki makamını dolduran bir soru değildi. Daha önce tam anlamıyla böyle bir ilişki yaşamadıysa da ilişkilerinde benzer şeyler yaşadığını söyledi. Ona ilk evrede yapacaklarımızdan kısaca bahsettim. "Peki ya yürümezse?" diye sordu. "Yürümezse yürümediği yerde bırakırız, o kadarcık medeniyetten nasibimizi aldık herhalde" dedim. Bu kararsız tavrı pek de hoşuma gitmemişti açıkçası. Tebessüm etti, "şimdi ne yapacağız peki?" dedi. Cebimden çıkardığım kağıdı ortasından bir çizgi ile ikiye ayırarak kalemle birlikte önüne bıraktım (hazırlıklı gelmiştim). "Sol tarafa yapmaktan hoşlanmadığın ya da hoşlanmayacağın şeyleri, sağ tarafa ise iki cihan bir araya gelse yapmam dediğin şeyleri yaz" dedim. "Her şeyi çok iyi düşün, aklına gelebilecek cinsel olsun olmasın ne varsa yaz. Bu liste ölüm akdi değil ama çocuk oyuncağı da değil, bir gün değişmesi gerekirse sancılı olur" diye ekledim. "Hemen mi?" dedi. "Hayır dedim, bu mühim bir konu. Bütün gün evde bunu düşüneceksin ve yarın yine bu saatte burada bu listeyi bana vereceksin" dedim. "Peki" dedi. "Şimdi başladık mı?". "Hayır" dedim. "Henüz sınırlarını bilmiyorum, benim bunlara vereceğim reaksiyonları bilmiyorsun". Başını sallayarak olumladı. Bunun üzerine aramızdaki belirsizlik durumu ortadan kalkana kadar sohbet daha fazla uzamamalıydı, ayrıldık ve evlerimize döndük. Henüz başlamamıştık ama onu kölem olarak görme isteğim, onunla yapacaklarım ile ilgili hayaller kurmama vesile oluyordu. Hayallerin akla yatkın olanları ve akıldan çok fazla uzak olmayanları planlara dönüşecekti. Planlar uygulamaya. Uygulama hazza. Görünüşünü çok beğenmiştim. Bu önemliydi. Hayatım boyunca ihtişamlı olan her şeye karşı zarar verme isteği barındırmıştım. Zarar verdiğin şey ne kadar güzelse aldığın haz o kadar fazladır. Onu kölem olarak görmek istiyordum ama mesele istemek değildi, eğer vereceği kağıtta yazanlar üzerinde mutabık olmazsak, istemeyerek de olsa kendisini kabul etmeyecektim.

Korktuğum başıma gelmedi. Ertesi gün. Aynı yer. Aynı saat. Benden önce gelmişti, oturdum karşısına. Doldurması için verdiğim kağıdı çantasından çıkartarak bana uzattı. Arada kalemimi de çarpmıştı ama bunu unutmayacaktım, bir gün bu yüzden çok canı yanacaktı. Açtım kağıdı, sol tarafı boştu, sağ tarafında "başka köleler, grup seks, golden shower, scatting" yazıyordu. Aklına bu kadarı gelmişti herhalde. Oraya yazmayı uygun görmemiş olacak ki sonradan ekleme ihtiyacı duydu "dayanabileceğimden fazla canımı yakmayacakın değil mi?" Ah o masum halleri yok mu... "Tabi ki yakmayacağım, zorba değilim". Tabi ki yakmayacaktım, zorba değildim? Kendisine bir safe word bulmasını söylediğimde önce safe word'ün ne olduğunu anlatmanın daha mantıklı olacağını farkettim. Anlattım. Kelimesini seçti: Kelebek. "Bu kelime benim sınırım, senin acil durum zilin. Bunu kullandığında o an ne oluyorsa duracak. Lüzumsuz yere kullanırsan neden sınırım çiğnendi diye sorma sonra" dedim. Sınırlara gelince... Geçmişten günümüze yeryüzünde hiç bir sınır sabit kalmamıştır. Burada da kalmayacak mıydı acaba? İki kişinin kendini ve birbirlerini baştan aşağı keşfedeceği o ilişki artık başlamıştı...